Derinin bedeninden
ayrılması mı, yoksa iliklerine kadar giren kesici ve delici aletin soğukluğu mu
seni korkuturdu? Acıyı tatmaktan daha fazla ve katlanılabilir bir yanı varsa o
da acı çekeni izlemek. Müdahale etmeden, kaçmadan, korkmadan. Yok yok biraz
korkarak hatta. Başkasının acısını ne kadar hissedebilirsin?
Gözünü
kırpmadan baktığın kan revan sahneler, tüylerini ürpertirken, kediyi öldüren
bir merakla ne kadar izlemeye devam edebildiğimiz insandan insana değişiyor.
Acı eşiği sadece elin yandığında dayanabildiğin nokta değil, gözünü ne zaman
kırpacağına bakıyor, karanlık bir sinema salonunda. Belki sevdiğinin koluna
daha sıkı sarılman için kurulmuş bir tuzakta vücudunun parçalarını kaybeden bir
adama acımakla, mide bulantısı arasında kararsız kalırsın.
Çocukluğunda
ruhu yaralanan adamın bıçak darbeleriyle, hatıralarını kanla temizlemesi
sinemanın gördüğü en vahşi karelerin çıkışını doğurur. Hayatını umursamadan
hoyratça zaman dolduranların en büyük düşmanı Jigsaw, aldığın nefesin değerini bilmeden geçirdiğin tüm zamanların
hıncını senden almayı görev bilmiş ve bunu sonsuz bir zevkle yapmıştır. Ne
kadar önemsersin yaşamayı? Küfrederek aldığın nefesin tek zerreciği için ne
kadar kan dökebilirsin? Eğer acı çektiğini düşünüyorsan ve hayatından memnun
değilsen sana tavsiyem Jigsaw’la
karşı karşıya gelme. Onu kızdırmak istemezsin.
Herkes
acıdan zevk alamaz. Acı çektirmekten zevk almak ise her babayiğidin harcı
değildir. Sakın buradan gaza gelip insanları doğramaya kalkışma. Acının renginin kırmızı olduğu zamanlarda
görmeye dayanamayan insanlar çoğunlukta. İnsan hayatına son vermenin vicdan
azabını bastırabilecek tek bir duygu vardır, intikam. Sadece seni aldatan eski sevgiliden intikam
almazsın, hayatın ta kendisinden alınacak öclerin vardır. Paranın ve seksin az geldiği
bunalımların sonu acı bitebilir. 2005 yılında, alacak zevk
bulamadıkları için çeşitli ülkelerden turist olarak Slovakya’ya gelen insanları
puzzle gibi 1000 parçaya ayıracak bir ekiple tanıştık. Kesici ve delici
aletleri kullanma hünerlerine saygı duysam da Hostel en cesur izleyicinin bile en az 5 sahnede kafalarını
çevirmelerine sebep olmuş ender filmlerdendir. Zengin ve fütursuz adamların
kendilerine eğlence için insan derisi yüzme ve parçalama yeri ayarladıktan
sonra güzel kızların seni avına düşürüp getirmesi, inan bana hikayenin en
romantik bölümleri. Dünya markalarının haritalarında Avrupa’da gösterilme
merakı olan yurdum halkı en az ödeme yapılan vücutların Asya’ lılara ait
olduğunu anladığında başladı Doğu sempatisi. Aklımda kalan ise sandalyeye
bağlanmış adamın bir an için kaçabilme umuduyla ayağa kalktığında Aşil
tendonundan kesilmiş bileklerinin üzerine bükülmesiydi. Acı’dan kaçamazsın,
ölene dek. Besle kargayı oysun gözünü bizim için sadece bir atasözüyken canlı
canlı gözünün oyulmasının filmde en masum işkence yöntemi olması ancak Quentin
Tarantion’ un aklına gelirdi zaten.
Kızdırmak
istemeyeceğiniz bir diğer insan kim diye sorsalar kesinlikle, koltuğuna
kurbanlık koyun gibi boynum havada uzandığım dişçidir derim. Özellikle benim
gibi büyük çapta bir dişçi fobisiniz varsa işkence etmek için uzaktan o koltuğu
göstermeniz yeterlidir. Yönetmen Brian Yuzna ise bununla yetinmeyip 1996
yılında öyle bir film yaptı ki, dişçisine 6 ayda bir rutin kontrole giden insan
bile muayenehane sokağından geçemez. Kendinden menkul temizlik hastası olan Doktor
Feinstone, karısını çamur içindeki bahçevan ile kirlenirken görünce küçük bir
travma yaşar ve gelen hastalarının inci gibi dişlerini bile pislik içinde
olduğuna inanıp çözümü tüm çene sistemini sökmekte bulur. Hastalarının,
dişlerini, damaklarını ve hatta dillerini sökerken temizlendiğine inanan doktor
tabiî ki karısı ve bahçevan için de tartar temizliğinden fazlasını düşünmüştür.
İnsanın
beyni tabiî ki sadece intikama çalışmaz. Hayatını sürdürmek için beslenmek gibi
temel ihtiyaçlarını düşünüp ayakta kalmanın yollarını arar. 2003 yılında
çekilen Teksas Katliamı’ndaki Leatherface
ailesinin de tek düşündüğü, huşu içinde et doğradığı mezbahanın kapanması ve
kasabanın boşalmasının ardından karınlarını doyuracak kanlı canlı gençleri malikanelerine
çekmekti. “Masumane” bir şekilde sadece et ihtiyaçlarını karşılamak isteyen
aile yoldan geçen insanları eve getirdikten sonra bağlayıp işkenceye başlaması
ise, çekirdek bir ailenin birlikte vakit geçirmek için bulduğu oyunlardan biriydi.
Takdir edersiniz ki herkes tombaladan hoşlanmıyor.
Oyun demişken,
Çadırınızı yanınıza alıp, kombine peşinde
koşmayacağınız tek festival, “Acı Festivali” olabilir…
Acı festivali hayal edebilir misiniz? Herschell Gordon Lewis, 1964 yılında
bunun hayalini kurup, hem senaryosunu yazıyor hem de yönetmenliğini yapıyor. Pleasant
Valley halkının genelin aksine kasabalarının kurtuluş yıldönümü değilde düşman
işgaline yenik düşüp dağıldıkları günü kutlama kararı almalarından sonra, 2000
tane manyağın bir araya gelmesi yetmiyormuş gibi düzenlenen festivalde düşman
milislerini canlandıracak ve eğlencenin sonunda dedelerinin hıncını
işkencelerle hunharca alınacağı yabancı misafirlerini ağırlamaktan büyük bir
zevk duyuyorlar. Festival kapsamında, temsili düşman milislerini baltayla
parçalamak yetmeyince de yılların efsanesi çivili fıçıyla insanları yokuştan
aşağı bırakma işkencesinin ortaya çıkması Two
Thousand Maniacs, ‘a düşüyor.
Acı çekmekten korkmadan önce kendimizi
eğitmemiz gereken kısım, çeken insana tahammül edebilmektir. Acının eşiği
olduğu gibi tahammülün de eşiği vardır. Acı bir o kadar kişiye özel ve bir o
kadar da bulaşıcıdır ki karşındakinin canı yandığında seni de içine çekmek
ister. Izdırabın büyüklüğünü ölçecek ortak bir metremiz yok. Anlattığın kadar
acıtabilirsin karşındakinin canını. Dolayısıyla acıdan daha samimi bir duygu
yoktur. Tek dileğim bir gün tüm acıların filmin kapanışında final yapması.
46 Magazin
0 yorum:
Yorum Gönder