Korku
sineması aşıklarının bile tüylerini diken diken eden bir tür varsa bu ne
yamyamlar ne seri katiller ne işkenceciler ne de görünmez varlıklar.
Palyaçolar! İçindeki kötülüğü gizlemek için fazladan sürülen boyalar aktığında
başınıza geleceklerden en iyisi ölmeniz olabilir. Beyaz, iyiliğin, zarafetin,
mutluluğun simgesi olabilir eğer bir palyaçonun yüzündeki pudradan
bahsetmiyorsak. Ceset kokularını alamamak için yapıldığını düşündüğüm yuvarlak
bir kapla kapanmış burnun kırmızısı bana hep kanı hatırlatmıştır. Kim bir
gülücüğü saatlerce dudaklarına sabitleyebilir ki? Güldürme kisvesi altında
delici ve kesici alet kullanmasına gerek bile kalmadan korkudan öldürdüğü
insanların kanı. Bu kadar vahşisi tabi ki sadece filmlerde olur dediğinizi
duyar gibiyim. Sizin güzel hatıralarınız var, balondan köpek yapıp
tabancasından çiçek çıkaran palyaçolarla. Siz yine de bir palyaço tarafından yüzünüze
su sıkılmasına izin vermeyin, su onun için fazla masum!
Stephen
King’e ayrı bir düşkünlüğüm vardır, gerilim beni rahatlatır. Fakat gel gelelim
90 yapımı olan mini korku dizisi “IT”
de, 7 küçük dışlanmış haylazın, akşam yemeği menüsünde çocuk olan, yamyamlığın
bile raconunu bozan sadist palyaço Pennywise the Clown ‘u uzun uğraşlar sonucu
alt etmelerinden 30 yıl sonra tekrar çocuğa acıkan sevimli (!) palyaçonun işini
bitirmek için uğraşılarını anlatır. Zaten hali hazırda palyaço fobisi olan
benim gibi insanların gerilim ve korku sinemasını zirvede bırakmaları için
mükemmel tasarlanmış bir senaryodur. Palyaço fobisiniz yoksa bile inanın bu
seriyi izledikten sonra olacak!
Konusu tam
olarak palyaçolar olmamasına rağmen izlediğimde bana en büyük gerginliği
yaşatan nesne tabi ki kötü ruhların esiri olmuş küçücük çocuğu yatağın altında
boğmayan çalışan oyuncak palyaçoydu. Bir kısım senaryosunu Steven Spielberg’in
yazdığı “Poltergeist”ten
bahsediyorum. 1982 yılında çekilmiş olmasına rağmen efektleriyle göz dolduran
filmde içinde kötü ruhların bulunduğu dışından bile belli olan eve taşınan orta
direk bir Amerikan ailesinin tabi ki de en küçük kızının kötü ruhlar tarafından
alı konulup televizyonun içine çekilmesinin ardından filmin başından beri hiç
gözümün tutmadığı oyuncak palyaçonun da yardımıyla evdeki nefes alan her şeyin
paramparça olması iştahla anlatılıyor.
Bir gün
kapınızın önünde bir kukla bulursanız ve bu özellikle palyaço kuklasıysa size
tavsiyem eve almayın, üzerine benzin döküp yakın! 2006’da yılında tamamlanan ”Dead Silence” da karısının şüpheli
ölümünü araştıran zavallı bir adamın, kukla tarafından öldürülen karısının ruhunun
intikam için geri dönmesi mi, palyaço kuklanın sallanan sandalyede bir ileri
bir geri sallanırken müstehzi tavırları mı insanı daha çok geriyor inananın
bilemedim. SAW’un yönetmeni James Wan
ne yapsam da insanları biraz daha gersem diye uğraşmış ve başarılı da olmuş.
Filmin adının Dead Silence olmasının nedeni ise bu gençliğine doyamadan göçüp
giden kadının hayaleti ortaya çıkınca, çığlık attıklarında hayaletin onları
öldürmesi. Hem psikopat hem insanları zaptırapt altına alıyor yani yüzsüz.
Hasbel kader
mutlu bir palyaço iseniz ve tek derdiniz hakikaten birilerini güldürmek olsa
bile kader size ağlarını itinayla örer merak etmeyin. 2010 yapımı “The Last Circus” bizdeki adıyla “Son Sirk” te sirkte çalışan yol+yemek+
maaşıyla mutlu yaşayan Javier gösterisinin ortasında daha kıyafetlerini
çıkarıp, makyajını silip üzerine rahat bir şeyler alamadan apar topar askere
alınır. Bakayaya düşen mutlu palyaçomuz sanki dün eğitimden çıkmış gibi sanki
Rambo’nun akrabasıymış gibi tek başına bir müfreze düşman askerini bir çırpıda
öldürüverir. Tahmin edebileceğiniz gibi ben bu psikopatlık yeteneğini beyaz
pudrayla maskelemeye çalıştığı palyaçoluk sıfatından geldiğine inanıyorum.
Tüm bu
filmleri izledikten sonra olur da bir gün bir palyaço size gelip “ben gülmek için
kime gideyim” derse, benden uzak Allah’a yakın git deyiverin.
46 Magazin
0 yorum:
Yorum Gönder