BLOGGER TEMPLATES AND TWITTER BACKGROUNDS »

21 Aralık 2012 Cuma

Kötüyü izle, imamı dinle, bildiğini yap!




Hayran olmanın belirli kriterli yazılsaydı, Rahibe Teresa’ dan önce listeye girecek pek çok hatırı sayılır kötü, üst sıralar için çetin bir mücadele veriyor olacaktı. Özellikle sinemadaki kötü karakterlere olan düşkünlük, çoğu hayırseveri kıskandıracak ölçüde. Bizi bu cani, sapık, insafsız adamlara çeken nedir tam olarak bilmiyorum. İçimizde barındırdığımız ve çoğumuzun cesaret edemediği zalimlikleri görsel bir şova dönüştüren karakterler, hikayeler yazılmaya devam ettikçe o dünya iyisi başroller ikinci plana atılmaya mahkum olacaklar. Peri masallarına ait iyilikteki insanların yeteri kadar karizmatik olmaması onların suçu değil ama bizi bize anlatacaklarsa eğer, gerçekler Pollyanna’ ya ağır gelir, kusura bakmasın. Şehrin yarısını keklik avlar gibi avlamış seri katillere gelen hayran mektuplarının çoğu pop starı depresyona sokacak boyutta olmasının bir nedeni var.

Bir adam düşünün, bugüne kadar gördüğünüz tüm kötü insanlardan daha kötü, koca bir şehri suç mahalline çevirmiş, eylemlerinde özgün ve ne yaparsa yapsın her geçen gün hayranları artıyor. Suç camiasının en sevimlisi ve en çok sevileni diyebiliriz. Bugün pek çok internet kullanıcısının mottosu haline gelen “ne bu ciddiyet balım, gülüp eğlenmek varken” manasında kullandığı “why so serious?” cümlesiyle gönlümüze taht kuran zalim Joker tabi ki. En az Batman kadar seveni olan Joker, palyaçodan özenilmiş makyajıyla asitle erimiş yüzüne gülümsemesini sabitlemiş bir manyak. Normal şartlarda sokakta görsen arkadan bakmadan kaçacağın adamın bu kadar ilgi görmesini büyük ihtimalle senarist de beklemiyordu.

Karizması kendinden menkul, ajanların en kötüsü en pisliği kim desek, “everyone!” sahnesiyle 1994’ten beri konuşulan Leon’un Norman Stansfield’i ilk akla gelen isim olur. Küçük Mathilda’ yı bir türlü rahat bırakmayan DEA ajanı Norman, hap aldığı anda boynunu geri atıp çenesini oynatarak içindeki canavarı gün yüzüne çıkarmakta bir sakınca görmüyor. Psikopat kelimesinin hakkını veren ajana can veren muhteşem Gery Oldman’ın en popüler karakteri olması hiç de şaşırtıcı değil.

İki yüzlülere ne kadar alışığız peki? Tasvip etmediği hayatları yakınında barındırmak istemeyenlerle dolu değil mi etrafımız? Üstelik o tasvip etmediği hayatlara yaklaşma fırsatı bulduğunda da hiç zaman kaybetmeden tam ortasına atlayanların iki yüzlü tavrından midemiz bir türlü yerine oturamıyor. 2010 yapımı “The Killer Inside Me” filminde fahişeleri kasabasında barındırmak istemeyen sado- mazo sevdalısı Şerif Lou, kovmak amacıyla evine gittiği fahişenin cazibesine kapılıp onunla birlikte oluyor. Fakat gel gelelim bu tahammülsüz şerifin sevdiği tek şey cinsel fanteziler değil aynı zamanda kadınları döverek öldürme konusunda oldukça isteklidir. Filmin izlerken çoğu yerde, adama yapmak istediğiniz pek çok işkencenin adamınkilerden daha kötü olduğunu fark edebilirsiniz.

Bir film izlemeyle çocukluğunuz zehir, uykularınız haram olur mu diye sorsalar saçmalamayın lütfen derdim. Hepsi ve daha fazlası için tek bir film yeter de artar bile. 1988 yılında adının masumluğunu hiç de hak etmeyen Child’s Play girdi hayatımıza. O lanet gelesice Chucky pek çok çocuğun odasındaki bebeklerin parçalanarak çöpe gönderilmesine neden oldu. Çocuğunuza aldığınız bir oyuncağın en fazla boğazına kaçarak çocuğa zarar verebileceğini düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz demektir. Paranla rezil olmak da değil bu. Kiralık katil tutsan kendini öldürtmek için en azından stressiz olur. Sevimsiz olduğu kadar canileşen bebek Chucky başkasının ruhunun etkisi altında olabilir ama bu bundan sonra evde herhangi bir bebek barındıracağım anlamına gelmiyor. Güvenmiyorum.

Kötülük her zaman içten yüze yansıyan bir şey değildir. Görüntü fena halde yanıltıcı olabilir. Üstelik bu bir kadınsa. Zeki, kurnaz, cinayet romanları yazan bir kadınla karşılaşırsanız her zamankinden daha temkinli olma zamanıdır diyebiliriz. 1992 yılında çekilen Temel İçgüdü’de herkesin aklını başından alan Catherine Tramell, dedektifin de hormonlarıyla oynayıp tüm şüpheleri Nick Curran’ın eski sevgilisinin üzerine çekmeyi başarır. Muhteşem beyaz elbisesiyle kedinin fareyle oynadığı gibi dedektifle oynayan Sharon Stone, ünlüler kaldırımından önce buz kıracağına ismi verilecek hale gelmiştir.

Eğer sinemadaki kötü karakterlerden bahsediyorsak saygı duruşunu hak eden kötülerin kötüsü, karanlık tarafın cumhurbaşkanı Darth Vader’ı anmadan geçemeyiz. Nüfus kaydı Anakin Skywalker olan eski Jedi yeni Sith lordu, karanlık tarafa geçişinden itibaren gücün kötü tarafının en asil temsilcisidir. Çıkarları uğruna babasını bile tanımaz deyimini haksız çıkarmamış kendi oğluna karşı savaşmaktan geri kalmamıştır. Sadece yüzünüze dönüp nefes alsa tüm mal varlığınızı ve hatta canınızı varlığına armağan edeceğiniz lord kuşkusuz ki kötülük camiasının en karizmatik üyesi.

Kötülüğün ödülü olur mu diye sorsak çoğu insan deliymişiz gibi bakar bize. Konu sinemaysa durum farklı tabi.  Amerikan Film Enstütüsü’nün hazırladığı AFI's 100 Years…100 Heroes and Villains listesinde sinemanın en kötü karakterleri alt alta yazıldığında birinci sıraya oturmaya layık tek bir isimde karar kıldılar. Sir Anthony Hopkins’in canlandırdığı Hannibal Lecter, zeki bir psikiyatrist, kanibalist ve seri katil olarak bu ödülü fazlasıyla hak ettiğini göstermiştir. Öldürmenin yeterli zevki vermediğine inananlardansanız bir de özenle hazırladığınız parçaları tatmayı deneyebilirsiniz. Lütfen bu deneyiminizi bizimle paylaşmayın. Etin yanında şarap tüketimine destek verdiğini fakat etten pek anlamadığını rahatça söyleyebiliriz.

Tüm bu kötü adamların sadece sinema perdesinde kalmasını dilesek çok mu saflık etmiş oluruz?

46 Magazine

0 yorum: